Uzun ve soğuk kış mevsiminin ardından yüzünü gösteren ilkbahar mevsimi Muş Ovasını kırmızıya bürüdü. Muş Ovasında doğal olarak yetişen laleler ovayı kırmızıya bürüdü.
Muş Ovasında her yıl ilkbahar mevsiminde kendiliğinden yetişen laleler, havalar ısınmaya başlaması ile birlikte yüzünü gösterdi. Muş Ovası; yeşil örtüsü, mavi gökyüzü ve kırmızı laleleri ile eşsiz görüntüye kavuştu.
Muş Ovasında doğal olarak yetişen lale ilkbahar mevsimi ile birlikte ovaya muhteşem bir güzellik kazandırdı. Muş Ovası, yoğun kar yağışı, şiddetli soğuklar ve sisli geçen uzun kış sonrasında bereketin ve yeniden doğuşun sembolü nisan yağmurları ile taze gelin gibi süslendi.
Bugün Hollandadan satın aldığımız lale, Muş Ovasında yetişiyor ve bahar aylarında bir rüya güzelliğinde ovayı süslüyor.
Muşluya göre lale, yeni bir yaşamın, bolluğun, bereketin ve coşkunun timsali. Bu yüzden her yıl özlemle açılması bekleniyor. Kısa ömürlü lalenin çıkması, iki âşığın buluşması için koca bir yılın geçmesi demek aynı zamanda. Kışın soğanları soğuktan kaçarak toprağın derinliklerine çekilen lale, baharın ılık havalarıyla birlikte başını toprağın üzerine çıkarıyor. Her soğandan tek bir çiçek açan lale, katmerli ya da yalınkat biçimlere sahip olabiliyor. Muş il sınırları içerisine dengeli bir şekilde yayılmayan laleler, ovanın bazı bölgelerinde kendiliğinden yetişiyor.
Osmanlı Devletinde adını bir döneme veren, uğrunda nice canlar yakılan lalenin anavatanı, Batı Asya toprakları olarak biliniyor. Oldukça ağır iklim şartlarının yaşandığı, çorak topraklarda bile yetişen lale, binlerce yıl sonra Türkler tarafından yeniden keşfedilmiş. Tanrının çiçeği olarak adlandırılan ve kutsal kabul edilen çiçeği, Anadoluya taşıyan Selçuklu askerleri olmuş. Birçok şairin ve yazarın kalemine konu olan Muş Lalesi, 12. yüzyılda tüm insanlığı kucaklayan Mevlânâ Celaleddin-i Ruminin eserlerinde cennet bahçelerinin en kutsal çiçeği olarak geçiyor. Yine gönül adamı Anadolu ereni Yunus Emrenin şiirlerinde de yer alan lale, Anadoluda Allahın çiçeği olarak adlandırmış. Bu, Arapçada lale sözcüğündeki harflerle Allah ismindeki harflerin aynı oluşuna bağlanmış. Aynı zamanda bir soğandan tek bir lale çiçeği yetişmesi Allahın birliğine, muhteşem güzelliğine rağmen ömrünün kısalığı dünyanın faniliğine, boynunun eğriliği ise, Tanrıya kulluğa yoruluyor. Mevlânâ ve Yunus Emrenin dışında Âşık Kerem de lale üzerine yazıp çizen isimler arasında yer alıyor. Diyar diyar gezerken Muş Ovasındaki laleleri görünce hayranlığını gizleyememiş, Ve açılmış güller, uzar gider Muş ovası şiirini kaleme almış.
Lalenin edebiyattaki yeri ve coğrafi özelliklerinden sonra kültürel kökenine baktığımızda da önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Anadolu Selçuklular döneminde çinileri süslemeye başlayan lale, Fatih Sultan Mehmet döneminde saraylara girmiş, Kanuni döneminde ise bahçelerin sultanı olmuş. Sultan 3. Ahmet döneminde adına aylar süren festivaller düzenlenen lale, askerlerin miğferinde, camilerin minaresinde, çeşmelerin süslemesinde, kadınların ziynet eşyalarında hayat bulmuş. İlk defa Şeyhülislam Ebussuud Efendi tarafından bilimsel olarak incelenmiş olan lale, bu bilimsel çalışmalar sonucunda çapraz döllenme ile yeni türler elde edilmeye başlanmış. İşte bu dönemde elde edilen Osmanlı Lalesi, Patrona Halil isyanında bir tek soğan kalmayacak şekilde imha edilmiş. Osmanlı döneminde Avrupaya açılan ve Hollandada bir dönem zenginliğin ölçüsü olarak kabul edilen lale, Hollanda ekonomisine milyonlarca dolar kazandırmaya devam ediyor.
Bu çerçevede Türkiye ekonomisine büyük katkılarının olacağı düşünülen Muş Lalesinin, ekonomiye kazandırılması ve lale üretim mevsiminin uzatılması için çeşitli projeler hazırlanıyor. Fakat bu noktada henüz somut bir gelişme sağlanabilmiş değil.
Muş Manşet Gazetesi